“Cengiz Han’ın nihai biyografisini yazmanın olanaksızlığının belli olduğunu düşünürüm” diye söze başlayan Frank McLynn, devasa kitabı ‘Cengiz Han’da savaşçı ve sürekli mekan değiştiren bir adamın hayatından çok, son araştırmalar ışığında Moğol toplumunu, kültürünü, ideolojisi ve dinini katman katman anlatıyor.
ÖMER ERDEM/KitapSanat
İlhan Berk’in bir şiirinde “Su ki Cengizhan soyundandır” diye bir mısra var. Modern bir Türk şairine imgesel bağlamda yüzlerce yıl sonra kaynak olduğuna göre, Cengiz Han’ın hemen her izi geniş sıfatıyla açıklanabilir. Geniş coğrafya, geniş zaman, geniş hayal gücü, geniş gerçek dışılık, geniş bilinirlik vs. Bununla birlikte bir ‘yıkım’ akımı olarak da şöhret bulan ‘moğol’ dalgası geride gerçeğe bağlı hangi izleri bırakabilir? Fethettikleri her yeri yakıp yıkmakla meşhur Moğollar kendilerini de yakıp yıkmaktan niye geri dursunlar?
Dolayısıyla kültüre, okuyup yazmaya, geride iz bırakmaya hiç de meraklı olmayan bir ulusun kurucusunun hayatı neye bağlı olarak yazılabilsin? Biyografi bir bilgi ve belge eseriyse eğer, Cengiz Han’ın biyografisi gerçekten yazılabilir mi? Bundan olacak, Frank McLynn; “Cengiz Han’ın nihai biyografisini yazmanın olanaksızlığının belli olduğunu düşünürüm” diye söze başlıyor. Savaşçı ve sürekli mekan değiştiren bir adamın hayatından çok Moğol toplumunu, kültürünü, ideolojisi ve dinini katman katman anlatmaya çalıştığını söyleyen F. McLynn, son 40 yılda Avrupa’da yapılmış araştırmaların bir sentezini yapmaya çalıştığını vurgular. Üstelik, Moğolların ve Cengiz Han’ın öyküsü pek çok dil, din, millet ve coğrafyanın iç içe geçmesi demektir. Geçmişe gittikçe iyice silikleşen ve hayal gücü yanında kırık dökük yazılanları ince eleyip sık dokuma mecburiyeti daha da artan bir manzara söz konusudur. Efsane ister istemez devreye girer. Olanla olmayanın ısısı birbirini harlandırır.
Yazar, doğal bir şekilde, bizi bozkıra götürür ilkin. Onun ruhunu çizmeye çalışır. Temuçin’in doğumunu paganlıktan efsaneye, kaderden tabiata değin ilişkilendirir. Tam kesin olmasa da 1150-1167 aralığında bir doğum tarihi belirler. ‘Sorunlara hep birden çok açıdan yaklaşan’
Temuçin’in ortaya çıkışı da çok açılıdır kaçınılmaz olarak. İlk arkadaşı Camuka, annesi, babası ve kardeşleri adım adım belirip onun oluşunda rol almaya başlarlar. Bir sürekli ‘yükseliş’ öyküsü diye yorumluyor yazar Cengiz’in gelişini. Akıl almaz zorlukların beslediği bir yükseliştir bu. Savaş, insan idaresi, entrika, varlık ile yokluk arasında bitimsiz gidiş gelişler. Hatta, Camuka’nın rolünün “Camuka olmasaydı Cengiz, han olamazdı” yorumları. Daima üç kanatlı bir orduyu idare etmekte gösterilen maharetler. Göğüs göğüse
çarpışmaktan kaçınan ve daima az kayıp vermeye odaklanan bir savaşçılık. Yendikleri her halkın birikim yanında askeri gücünden yararlanma stratejisi. “Askeri strateji uzmanlığı, üst yönetim becerisi, insan okuma psikolojisi ve üstün bir hayal gücü.” Bu dört vasfın Cengiz
Han’ı yarattığını söylüyor F. McLynn. Dahası kurnaz, adil, cömert, iradeli, korkak,
hain, sinsi, kindar, nankör’ benzeri nice sıfatı yan yana anıyor onun için. Köpeklerden korkan Cengiz nasıl insanlardan korkmazdı? Kişisel karizması yüksek bir lider olarak rakiplerine ‘Ya teslim ya ölüm’ mottosunu nasıl dayatıyordu? ‘Kelimenin tam anlamıyla Tanrı’nın oğlu’ sayıldığı için olabilir miydi? Özlü sözler yazdırıp halka duyurmaya çalışmasında gizli bir şairlik bile var mıydı? ‘Bütün dinlerin üstünde, kendi kendinin şamanı, hem Tanrıyla hem kötü ruhlarla konuşabilen’ olmak neyin nesiydi?
Frank McLynn, “Dünyanın gördüğü en büyük fatihti” hükmünü veriyor Cengiz Han için. Adriyatikten Pasifik’e kadar bütün halkları sadece Moğolların yendiğinin altını çiziyor. Ve bütün bunları yaparken de ‘neredeyse bir hiç olarak başladığı’nı önemle vurguluyor. ‘Kağıt üzerinde ilkel bir göçer olan Cengiz’in beyni, ırk ya da din önyargılarıyla yıkanmış ya da yazılı metinlere, edebiyat kültürüne ve bilgelerin öğretilerine boğulmuş değildi’ ise, neden hala yaşıyor ve ‘tarihte büyük adam’ sözüne karşılık geliyor? Moğol ruhunu yaratan sebeplere bu yüzden yoğunlaşıyor tekrarla F. McLynn. Moğol dininin, bilinçüstü, gizemci ve gündelik gerçekçiliğini çözmeye çağırıyor. Ve belki de modern şair suyla onu ilişkilendirirken tarihin şiddete meyilli şuuraltına bakıyor.