Bedia Ceylan Güzelce, ‘Bu Çağın İnsanı’nda “Ben de böyle hissediyorum” dedirten bir yakınlık kuruyor okuruyla. 70’lerin sonunda doğmuş, 90’larda ilk gençliğini geçirmiş, Millenyum’da her şeyin bir gecede değişeceğine inanmış bir kuşağın tanıklığında koca bir dönüşümü okumak çok keyifli.
Cemran Öder/KitapSanat
Bedia Ceylan Güzelce’nin yeni kitabı ‘Bu Çağın İnsanı’, önceki kurgularından farklı olarak okuruyla birlikte düşündüğü, dertleştiği, yaşadıklarını anlamaya ve anlamlandırmaya çalıştığı deneme türünde yazılardan oluşuyor. Bedia Ceylan Güzelce’yi ‘1473’ ve ‘Soyka romanlarıyla edebiyat severler yakından tanıyor. Radyo ve televizyon programları, popüler edebiyat dergilerindeki yazılarıyla da bilinen Güzelce, hem gazeteciliği hem yazarlığı birlikte yürüten üretken isimlerden birisi.
‘Bu Çağın İnsanı’, daha ilk satırından “Ben de böyle hissediyorum” dedirten bir yakınlık kuruyor okuruyla. Aslında belki sadece tür olarak denemeyle sınırlamamak gerekiyor, zira yazarın kendine has şiirsel üslubu yazının farklı türleri arasında dolaşırken bazen bir öyküye dönüşüyor bazen de bir günlüğe. Bu çağ tüm ağırlığıyla üzerimize çökerken umut kırıntısı bulmaya çalışanların cümlelerini kuruyor. Yaşadığımız günlerin unutulmaması için not düşüyor.
Çünkü bu ülkede insanlar unutmadan devam edemeyecek kadar ağır şeyler yaşıyor bazen. Güzelce, bu çağın hem mağduru hem tanığı olarak çağdaşlarıyla, okurlarıyla dertleşiyor. Yazılarından bize geçen en belirgin duygu, okurun yalnız olmadığını bilmesi ve yazarın, günlerin ağırlığına, geçmişin nostaljisine yazılarıyla bakabildiği bir pencere açması. Nefeslendiği, baktığı, gördüğü bir pencere. Bazı cümlelerin işlevi olduğunu biliyor yazar, sağaltıcı ve ruha iyi gelen etkileri var, yazılarında bunu hissediyor okuru.
Kitap, ‘Bir çağın içinde’ yazısıyla İstanbul’un 1950’leriyle başlıyor, 1970’lerde ‘Bu çağın dışında’ kurgusunda iki sevgilinin hayatını izliyoruz, sonra zaman akıyor ve ‘Bana kalan’la İstanbul’un 1990’larına uzanıyor. Zamanımıza geldiğini ‘Bu çağın korkusu’ndan anlıyoruz. İstanbul değişiyor, mahalleler dönüşüyor, geçmişin nostaljisi bugünün umarsızlığına ve hızına karışırken tutunacak güzel şeylerin sayısı azalıyor. ‘Bu çağın korkusu’nda dediği gibi: “Çocukluk tüm güçlüklere rağmen güzeldir, bir tat verir, bir his kalır, ilk kat cilası, sıvasıdır duvarlarımızın, tamamlandığında ne kadar güzel olacağına dair bir fikrin oluşur.” Çocukluğumuzda yaşadığımız güzel anlar kalır. Yazarın cümlelerinde aynı çağın tanığı olarak ortaklaşıyoruz. Kabaca 70’lerin sonunda doğmuş, 90’larda ilk gençliğini geçirmiş, en özel üniversite yıllarına tanıklık yapmış, Millenyumla her şeyin bir gecede değişeceğine inanmış bir kuşağın tanıklığında koca bir dönüşümü okumak hem çok keyifli hem çok yaralayıcı. Hep güzel şeyler olacağına inanan, umudu hep yeşerten bir kuşağın sanki kaybettiğini düşündüğü bir savaştan çıkması gibi bir his veriyor kitaptaki yazılar. Bu kuşaktan okurlar için tuhaf bir yakınlık örüyor yazar.
Bedia Ceylan Güzelce, gördükleri, duydukları ve yaşadıkları üzerinden yakın dönem Türkiye tarihine edebiyatçı gözüyle bakıyor. Satırlarında İlhan Berk’i, Mehmet Yaşın’ı selamlıyor, Şişli’nin Beyoğlu’nun sokaklarında Adalar’ın rüzgarında dolaşıyor. Yazarın alıntıladığı gibi “Çocukluğunda balık tutanlar düğümleri kolay çözer” mi bilmiyoruz ama yaşadığımız çağın düğümlerini çözmekte o kadar usta olmasak da yalnız olmadığını bilen ve hala umudu yeşerten bir kuşağın çocuklarıyız hala.