17.2 C
New York kenti
Salı, Haziran 10, 2025

Buy now

Okuyorsanız hayattasınız

Steven Roger Fischer, ‘Okumanın Tarihi’nde antik çağda okumanın söylemek diye anlaşıldığını tespit ediliyor. Son iki yüzyılı okumanın ve kitabın yüceldiği devir olarak gören Fischer, önemli bir hatırlatmada bulunuyor okura: Hala okuyorsanız hayattasınız demek ister sanki.

ÖMER ERDEM/KitapSanat

Görüntünün artan egemenliği yazının söz karşısında zamanla edindiği konumu özünden sarsıyor çağımızda. Görüntünün, görselliğin tarihi hem çıkış amacı hem de işlevselliği bakı-
mından yazıdan başka bir eksende yürüdüğü için de yazıyla tanınan, tanıtılan görsellikle yazılıp tanıtılan arasında ayrım kaçınılmaz oluyor. Yazının bütün bunlara nazaran klasik bir mahiyet farkı var ve bundan dolayı da ‘okumanın tarihi’ kendiliğinden cazibe kazanıyor. Steven Roger Fischer, söylemekten/konuşmaktan başlayarak bugün dünyanın hemen her yerinde binbir çeşit yazılı materyalleri okuyan insanın öyküsüne odaklanıyor.
MÖ 1300 dolaylarında okumanın söylemek diye anlaşıldığını tespitten hareketle okumanın konuşmakla yaşadığı kaçınılmaz ilişkiyi belirliyor. Yazmakla okumayı birbirinden ayrıştıran Fischer, modern manada ‘yazılı ya da basılı sembolleri anlamlandırma yeteneği’ diye tanımlanan okumayı ses ve yazının geçmişiyle ilişkilendiriyor. Ona göre yazının doğuşuyla ‘insan sesi taşa dönüşmüş gibi oldu’. Burada kritik eşik, insanlığın tarihindeki pek çok atılım gibi ‘okumanın da insanlığın ilerlemesinin bir ölçüsü’ sayılmasıdır. Bilgi alışverişinin temel beş evresi kabul edilen ‘üretim, aktarım, alımlama, depolama ve yineleme’ yazı vesilesiyle bir araya getirilir ve okuma sayesinde ‘bileşik duyumsal’ bir durum oluşur. ‘Kulak ve gözün’ eşit derecede katıldığı okuma eylemi, ‘konuşan sözün cisimleşmiş’ haline bürünür. Yazının doğduğu yer ile okumanın doğduğu yer kendiliğinden örtüşür ayrıca. Bu bağlamda Mezopotamya odak olur. Ayrıca okumaya asıl karakter katan özellikle tek Tanrılı dinlerin doğuşudur. “Tarih boyunca okuryazarlığın en önemli itici güçlerinden biri din olmuştur”, kendiliğinden. Antik Yunan ve Roma gibi ‘konuşma toplumları’nın ortaya çıkışı, Akdeniz’in sözlü kültür dokusuyla koşuttur. Öğretimin bir kurum olarak belirişiyle de bilgi edinme yolları aranmış bu da belagatin yükselişini getirmiştir.

Yahudilik, Hristiyanlık yanında özellikle İslam’da Kur’an’ın ‘levh-i mahfuz’ ve ‘okunan’ manasıyla anılması okumanın tarihinde silinmez iz bırakır. Fischer, Kur’an’ın yalnızca okuma yazmayla sınırlı kalmayan, dilin kendisini aşan bir olgu haline gelmesine vurgu yapıyor. Çin, Hint, Kore ve Japon dünyasında olup bitenler ise başlı başına ilginçtir. Yazı sistemleri değil sadece; özellikle yazıya kaynaklık eden doğaüstü durumların dışında, daha laik diyebileceğimiz bir kaynaktan doğmuş gibidirler. Bir Japon klasiği sayılan Genji’nin Hikayesi (Murasaki Shikibu, çeviren: Oğuz Baykara, VakıfBank Kültür Yayınları, 2025) hatırda tutulduğunda sözün yazıya, yazının okumaya hangi hacimde aktığı da görülmüş olur.

Ne var ki bütün bu zamanlar boyunca kitap hem çok değerliydi hem de okuyup yazan sayısı sınırlıydı. Ortaçağ’ı bir uzun kuluçka, matbaanın doğuşunu bir büyük devrim, ana dillerin doğuşu ve ‘basılı sayfa’nın bir güneş misali insan yüzünün karşısında açılışını ‘yazar-yorumcu’, ‘piskopos-hoca’ hiyerarşisinin çözülüşü diye de yorumlamak mümkündür. Son iki yüzyıl okumanın, ‘sözlü geleneğin adeta fosilleşmesinin’ ve kitabın yüceldiği devirdir. Sonunda internet çağının doğuşu, kağıt ve kalemin geri plana düşmesi, okumanın tarihinde derin bir obruk açmış görünüyor. ‘Sözcükler, sözcükler, sözcükler’in yerini cep telefonu, tabletler ve ekranlarda bir belirip bir kaybolan görüntüler almış durumda. A. Handan Konar’ın çevirisi eşliğinde Fischer önemli bir hatırlatmada bulunur okura. Hâlâ okuyorsanız hayatınızı demek ister sanki.

SON GİRİLEN İÇERİKLER