İsmail Güzelsoy’un “Hiçbir roman beni bu kadar yormadı ama hiçbir roman beni bu kadar heyecanlandırmadı da” dediği masal-romanı ‘Saf – Suya Anlat’ın kahramanı Subala, çıktığı yolda ne öğrenecekse aşktan öğrenecek. Hem de çok hızlı şekilde. Okuruna ‘Kendinden çık’ diyor roman, ‘Çık ki yola devam edebilesin’.
HÜlya Avtan/KitapSanat
Bir rüyanın tekinsiz yollarında yürüyeceksin. Yol ile rüya birbirine dokunacak, dolanacak ve bazen ikisi tek bir şey olacak.” İsmail Güzelsoy’un on buçuk hayat yaşayan Subala’sı Mahimah’ın bu sözleriyle başlıyor yolculuğuna. Yürüyor da yürüyor çünkü yolda durulmaz, yol çarpar yoksa.
İthaki Yayınları aracılığıyla okurla buluşan ‘Saf – Suya Anlat’, Güzelsoy’un önsözüyle açılıyor. Güzelsoy, 90’lı yılların başlarında yazma hayalinde olduğu masal-roman türünde bir anlatıdan bahsediyor. Hakim olmadığı bu tür yazar için de üzerinde çok çalıştığı ve
çaba sarf ettiği bir sürecin neticesinde 2013 yılında ‘Saf’ ismiyle vuslata ermiş.
Ancak aradan geçen 10 yılı aşkın süre, Güzelsoy’un içinde demlenip yeni bir isteğe dönüşmüş. Onu ‘büyülü gerçekçi’ bir tarzda ve roman formatına daha yakın şekilde yeniden yazmaya. ‘Saf’ı hala çok sevmekle beraber onu yeniden kurgulama ve yeniden yazma fikrinin heyecanına kulak veren ‘Saf – Suya Anlat’ bu sayede ortaya çıkmış. Güzelsoy bunu yeni değil ama yeniden yazılan bir eser olarak tanımlıyor ve ona ‘çifte kavrulmuş’ roman diyor. Tekrar kitabın önsözüne dönecek olursak bir zamanlar annesine en çok hangi çocu-
ğunu sevdiğini sorduğunda aldığı yanıtın küçük abisi olduğunu hatırlıyor. Bunun
sebebi ise “Beni en çok o yordu” imiş. Bu kitabı düşünürken şöyle söylüyor:
“Hiçbir roman beni bu kadar yormadı ama hiçbir roman beni bu kadar heyecanlandırmadı da.”
SAFLIĞIN KAYBEDİLİŞİ
Yüzlerce yıl öncesinden başlayan hikaye günümüze uzanıyor. Yazının en başından anlaşılacağı üzere bu bir yol hikayesi. Bu yolun yolcusu Subala, henüz dünyayı ve kelimeleri tanımıyor, yalnızlığın ilk ve en saf formunu taşıyor. Onun dünyasında henüz her şeyin adı konmamış. Konuşmayı dahi bilmezken çıktığı bu yolculukta karşılaştığı ilk topluluk onu adeta bir ‘meczup’ gibi görüyor bu yüzden. Ne konuşabiliyor, ne karşısındakini anlıyor bu yüzden de kendini korumayı bile bilmiyor. Bunu ilk fark eden Lisa oluyor: “Tamam anladım, sen herkesin ‘saf ’ dediği gençsin, onun için yalnızsın.” Ancak Subala ne öğrenecekse aşktan öğrenecek. Hem de çok hızlı şekilde. Her ne kadar çabuk öğrense de aslında farklı ve o da bunun farkında.
Güzelsoy’un romanı ‘insan nedir?’, özünde ‘iyi’ midir ‘kötü’ müdür sorularına sırtını yaslıyor. Subala diğerlerinden öğrendikçe hem kendine hem de peşinde olduğu hakikate dair soruları
ve şüpheleri de artmaya başlıyor. Bu yola çıkarkenki amacı Kutlu Oyuncak’ı rehinciden alıp, Sıfır’ı bulmak, ardından da oyuncağı onunla açıp içindeki nüve ile geri dönmekken ortaya çıkan sorular onun saflığına da gölge düşürmeye başlıyor. O zaman da şu soru beliriyor ‘Saflık ne?’
AŞKIN SONU VAR MI?
Güzelsoy’un Subala’nın ağzından anlattığı hikayesi arada Şerh bölümleriyle doğrudan okura sesleniyor. Subala’nın bir nevi iç hesaplaşmaları ve şimdiye dek öğrendikleriyle yeniden biçim kazanan hayata bakışı bu bölümlerde bir sorgulama olarak karşılık buluyor ve bu ‘masala’ yeni bir boyut ekliyor. Kendi kendiyle olduğu kadar okuyucusuyla da konuşan bu kısımlarda yüzyıllar öncesine uzanan notlar ve yaşantılar yeni bir boyut kazanıyorlar. Tüm bunlar saflığın doğasını, bilgeliğin sınırlarını ve aşkın sonunun olup olmadığını da tartışmaya vesile oluyor. Roman aslında günümüz insanının içine düştüğü bir açmazı fark ettiriyor. İnsanın dönüşüm yolu denilen şeyin sürekli kendiyle meşgul olmak olmaması gerektiğini. Sadece kendisi ve kendi aklıyla ilgilenen modern zihinlerin esas mutsuzluk kaynağının da yine bu olduğunu hatırlatıyor. Bu ise sadece ahlaki değil, aynı zamanda estetik ve işlevsel bir çıkmaza da vesile oluyor. Kitap da okuruna bunu söylüyor, bir anlamda ‘Kendinden çık’ diyor. Çık ki yola devam edebilesin.