Her anı müzikle çevrili, dolu dolu bir yaşam Meastro Rengim Gökmen’inki. Yöneticilikten sahneye, müziğin her alanında zirveyi yaşamış, çok sesli müziğimizin simge isimlerinden. Gazeteci Zeynep Bilgehan, ‘Bir Müzik Düşünürü: Maestro Rengim Gökmen’ kitabında, bu büyük orkestra şefinin dört dörtlük bir portresini çıkarıyor. Kitap aynı zamanda Gökmen’in tanıklığında Türkiye’nin çok sesli müzik tarihi.
İhsan Yılmaz/KitapSanat
Yer Ankara’nın simge mekanlarından And Müzik Evi sahnesi. 60’lı yılların ortaları. Bir elinden annesi opera sanatçısı ve eğitmen Muazzez Gökmen’in diğer elinden ikinci annem diyeceği müzik hocası Nimet Karatekin’in tuttuğu küçük çocuk orada bir konsere gider.
Adını o an için bilmediği piyanistin konserini dinlediğinde dünyası değişir. “Benim çalmaya çalıştığım şeyin adı piyanoysa, bu piyano nasıl aynı olabilir” diye düşünür. Küçük yaşına rağmen önünde bambaşka bir müzik evreninin kapılarının açıldığını hissettiği o konserin solisti 20. yüzyılın dünyaca ünlü Rus piyano virtüözü Sviatoslav Teofilovich Richter’dir.
Bu anısını, hayata, dünyaya bakışını değiştiren ilk konseri izlediği o sahneye yaklaşık 55 yıl sonra Türkiye’nin klasik müzik alanında verilen en önemli ödüllerden birini almak için çıktığında anlatır ünlü şef ve eğitimci Rengim Gökmen. 2022 yılında Sevda-Cenap And Müzik Vakfı tarafından verilen Vakıf Onur Ödülü Altın Madalyası’na değer görülen Gökmen için gazeteci Zeynep Bilgehan tarafından ‘Bir Müzik Düşünürü: Maestro Rengim Gökmen’ adıyla bir de biyografi kitabı hazırlandı.
Sevda-Cenap And Müzik Vakfı tarafından yayımlanan kitap, hem kişisel bir yaşam öyküsü hem de Türkiye’de klasik müziğin gelişimi ve kurumsal yapıları üzerine önemli bir tanıklık sunuyor. Zira kitap, orkestraların nasıl çalıştığından müziğin tarihi, felsefesi, tekniklerine, güncel tartışmalardan popüler kültür konularına çok geniş bir yelpazede yolculuk yapıyor. Okuru yormadan, bir ‘roman’ akışında, mümkün olduğunca kronolojik ilerlerlerken, yeri geldikçe tüm bu alanlarla ilgili Rengim Gökmen’in bilgi ve düşüncelerine de yer veriliyor. Bilgehan’ın ‘Giriş’ yazısında da belirttiği gibi Gökmen’in kişisel tarihi Cumhuriyet’in kültür sanat ve müzik alanındaki çağdaşlaşma tarihiyle iç içe geçmiş birisi. Hikayesi, yıkılmış bir imparatorluğun küllerinden doğan genç
Cumhuriyet’in ilk kuşak sanatçılarının yeni kurulmuş konservatuvarda tanışmasıyla başlıyor. Annesi Muazzez Hanım, Musiki Muallim Mektebi’nin ilk öğrencilerinden. Keza babası da Konservatuvar Tiyatro Bölümü’nün…
Tam anlamıyla müziğin içinde doğuyor Rengim Gökmen. Sanatçı ailenin tek çocuğu olarak müzik eğitimi çok küçük yaşlarda başlıyor ama küçük Rengim’in aklı sokaklarda top oynamakta. “Müzikle doğru ve yakın ilişki kurmam 15 yaşında Konservatuvar’da Kompozisyon Bölümü’ne girmemle başladı. Ondan önce sınıfı geçmek, bir an önce top oynamaya çıkmak hesaplarındaydım.”
Ama Gökmen’in içindeki asıl kıvılcımı yakan ise 1968’de CSO’nun tarihi salonunda izlediği bir konser; Zubin Mehta yönetimindeki Los Angeles Filarmoni Orkestrası. Genç Zubin Mehta’ya kendi deyimiyle ‘çarpılıyor’: “Onu (Mehta’yı) o kadar estetik ve güçlü bir konumda görmek, o kadar insanı idare etmesi, hem espirili hem de karizmatik duruşu, ortaya çıkan müziğin olağanüstülüğü, yüksek özgüveni o yaşlardaki beni çok etkiliyor.”

70 YILLIK BİR YOLCULUK
Bir gazete röportajıyla başlayan ve Altın Madalya sonrası kitaba evrilen çalışmasını şöyle anlatıyor Zeynep Bilgehan: “Rengim Gökmen ile aylar süren çalışmalarımız boyunca aile hikayesinden içine doğduğu toplumun kültürel koşullarına, çocukluğundan gençliğini geçirdiği mahallesine, öğrenciliğinden yetişkinliğine, yurt dışı yıllarından kariyerindeki dönüm noktalarına her şeyi konuştuk. Dokuz aylık çalışmanın sonunda ortaya bu kitap çıktı. Gökmen, bu kitabın sonuna yaklaştığımız sırada 70 yaşına bastı. 70 yılı kapsayan bir yolculuk!
Kitapta profesyonel hayatıyla beraber Rengim Gökmen’in iç dünyasını da yansıtmaya çalıştık. Orkestra şefi olarak başarıları ortada; konserlerde izliyoruz. Peki konser salonu dışında nasıl birisidir? Nasıl düşünür? Nasıl çalışır? Bunun ipuçlarını vermeye çalıştık.”
Kitabın adında da belirtildiği gibi sadece mesleğinin zirvesinde başarılı bir şef değil Rengim Gökmen. İçinde büyüdüğü ve büyüttüğü cumhuriyet rejiminin faziletleri ile çok sesli müzik arasında bağ kuran ve bu bağı güçlendirmek için çalışan bir düşünür aynı zamanda. Bunun örneğini hem kendi hayat hikayesiyle hem de yaptıklarıyla veriyor.
ORKESTAR ŞEFİ ELLERİNİ VE BEDENİNİ İYİ KULLANMALI
Rengim Gökmen, 2020 yılında Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası şefliğinden ayrıldı. O zamandan beri Hacettepe Üniversitesi Ankara Devlet Konservatuvarı’nda öğretim üyeliğini sürdürüyor. Elbette konserlerine de devam ediyor. Gökmen verdiği orkestra şefliği derslerinde edindiği ilkeleri öğrencilerine aktarmaya çalışıyor. Zamanında kendi hocası Ferrara’yı gözlemleyerek ellerle müzik arasında kurduğu bağı şöyle anlatıyor: “Ellerle müziği çizebilmek… Ellerin müziği ifade edebilmesi… Bir dram sanatçısı gibi ellerin ve bedenin ifade gücünden yararlanarak şefin orkestraya mesajlarını iletebilmesinin gerekliliği… Ellerini ve beden dilini iyi kullanamayan bir orkestra şefi olmaz.”
AKM’DEKİ İLK KONSER
1980 yılının şubat ayında İstanbul Devlet Senfoni Orkestrası (İDSO) ile AKM’de verdiği ilk konserde çok özel bir dinleyicisi vardı; hocası Ahmed Adnan Saygun… Bu heyecan verici karşılaşmayı Gökmen’in ağzından dinlemeliyiz: “Konser bitmiş. AKM’nin ikinci katındaki arka odada üstümü değiştiriyorum. Orkestradan bazı arkadaşlar ‘Adnan Hoca geldi, seni bekliyor aşağıda’ dediler. Eşi Nilüfer Hanım ile gelmiş, güvenlik görevlileri hocanın yukarıya çıkmasına izin vermemiş! Ben tabii hocanın geldiğini duyunca fırtına gibi yanına koştum. Elini öptüm. Bana unutamayacağım, beni çok gururlandıran bir şey söyledi. Dedi ki: ‘Atatürk bana çok güvenmiş, ‘Çok güzel şeyler yapacaksın’ demişti. Bunu ömrüm boyunca sırtımda taşıdım. Ben de şimdi sana aynı şeyi söylüyorum. Sen de bu ülkede güzel şeyler yapacaksın evladım…’”