Çok okunan yazar Kristin Hannah, uzun bir araştırmanın ardından yazdığı ‘Unutulmuş Kadınlar’da Vietnam Savaşı’na bambaşka bir cepheden bakıyor ve bu savaştaki kadınların sesi oluyor. Akıcı dili ve merak uyandıran anlatımıyla soluksuz okuduğumuz bir roman.
CEMRAN ÖDER/KitapSanat
Tarihin eril dili deşifre edildiğinden beri epey zaman geçti, erkekler tarafından yazılan resmi tarihte yine kadınlar hemcinslerinin sesi oldu. Öncesinde savaş tarihinin öznesi de nesnesi de hep erkeklerin elinden çıktı. Oysa cephe gerisinde o mücadeleye destek veren onlarca, binlerce kadın vardı. Hemşire olarak, işçi olarak, gazeteci olarak. Kristin Hannah’ın ‘Unutulmuş Kadınlar’ tam da buradan bakıp kadınların haklı yerini yine kadınlara teslim eden bir roman.
Hannah, uzun ve derin bir araştırma sürecinin sonunda bu romanı yazmaya karar veriyor. Öncesinde neredeyse bir sözlü tarih çalışmasına girişiyor ve kazıyarak çıkardığı anlatılarla Vietnam Savaşı’ndaki kadınların sesi oluyor bu romanıyla. Hep duyduğumuz, okuduğumuz, belki de çok iyi bildiğimiz Vietnam Savaşı’na bambaşka bir cepheden bakan bir gerçeğin izdüşümü Hannah’nın kitabı. Yazarın akıcı dili, merak uyandıran anlatımıyla soluksuz okuduğumuz bir roman.
‘Unutulmuş Kadınlar’, ABD’nin en karmaşık dönemlerinden Vietnam Savaşı yıllarını kapsıyor. Ana karakter Frances McGrath, meslek aşkıyla dolu 20 yaşında genç bir hemşiredir. Henüz ilk yılında kadınların da kahraman olabileceği inancıyla Vietnam Savaşı’na gönüllü katılmak üzere orduya yazılır. Ailesinin tepkisine rağmen kararından vazgeçmez ve Frances için bambaşka bir yaşamın kapıları aralanır. Savaşın korkunç yüzüyle ve gerçek hayatla Vietnam’da tanışır Frankie. Bu tamamen konfor alanından çıkıp bilmediği topraklarda kendini bulduğu bir tecrübe olacaktır. Savaşta hayatın kodları acımasızdır, serttir. Hem askerlere hem de sivillere hemşirelik eder, bu sırada onlarca kayıp yaşar. Savaşın kendi kuralları içinde hem mesleğini en iyi şekilde yapmaya çalışır hem de hayatta kalmaya.
‘Unutulmuş Kadınlar’, hemşire Frances’in yaşadıkları üzerinden savaşın vahşetini, adaletsizliğini, çocuklar ve kadınlara yapılan zulümleri gösterirken yakın dönem Amerikan toplumsal muhalefetinde kırılma olarak görülen savaş karşıtı protestoları, 68 hareketine ve hippilere de göz kırpar. Romanda bu kısımları daha çok Frances ve annesi arasındaki mektuplaşmalarda ve Frances’in eve döndüğünde yaşadığı travmalardan okuyoruz.
Vietnam yılları tamamıyla kötü anılarda ibaret değildir. Gerçek dostluğu, kız kardeşliği, romantizmi ve aşkı da deneyimlediği dönemlerdir. Aslında yaşam her duygusuyla vardır, savaşın ortasında bile.
Yazar Hannah, kurguyla gerçeğin iç içe geçtiği sürükleyici anlatımıyla okurunu ilk satırından sarıyor. Bir çeşit ahde vefa örneği gösteriyor savaşın görünmeyen kadınlarına. Romanın en çarpıcı sahnelerinden biri ailesinin, komşulara Frances’in yokluğunu savaşta gönüllü olduğu gerçeği yerine eğitim nedeniyle evden uzaklaştığını açıkladıklarını fark etmesidir. Oğulları savaşa katıldığında bundan gurur duyan aile kızları söz konusu olduğunda bundan utanç duyar ve kendilerince kabul edilebilir bir mazeret bulur. Kadın olmak yaşamın her alanında zordur. Savaş sonrasında Frances için bu zorluk mücadeleye dönüşür ve roman odağına savaştaki kadınların varlığını alır. İşçi olarak, hemşire olarak, görevli olarak cephe arkasında, yanında mücadele eden kadınlar vardır ve bu gerçek Kristin Hannah’ın nefis kaleminden onlara adanmış keyifle okunan bir kitapla taçlanır.