2022’de Kovid nedeniyle hayata veda eden büyük İspanyol yazar Javier Marías’ın son romanı Tomás Nevinson, ne 528 sayfalık hacmi ne de yazara özgü uzun cümleleriyle göz korkutmasın. Alabildiğine sürükleyici kitap, yalnız bir casusluk hikayesi değil, aynı zamanda güçlü bir felsefi tartışma.
HÜLYA AVTAN/KitapSanat
Nobel Edebiyat Ödülü’ne layık görülmesi en meselesi olarak görülen Javier Marías, Eylül 2022’de hayatını kaybettiğinde dünya edebiyatı yalnızca bir romancı’yı değil, aynı zamanda bir düşünce insanını da kaybetti. Kovid kaynaklı zatürree nedeniyle aramızdan ayrılan Marías’ın İspanyolca aslını 2020 sonbaharında tamamladığı Tomás Nevinson, sadece karantina döneminin ürünü değil, aynı zamanda yazarın yıllar içinde inşa ettiği edebi yapının da son halkası. Tıpkı önceki romanlarında olduğu gibi, burada da entelektüel derinlik, zarif bir mizah ve içtenlik hâkim. Saliha Nilüfer’in hayli özenli çevirisiyle yayımlanan kitabın ne hacmi ne de Marías’a özgü uzun cümleleri göz korkutmasın. Alabildiğine sürükleyici kitap, yalnız bir casusluk hikayesi değil, aynı zamanda güçlü bir felsefi tartışma.
Marías’ın deneyimli okurları Tomás’ın bir önceki romanı Berta Isla’dan hatırlayacaktır; ancak baştan belirtelim bu asla bir devam romanı değil. Aksine, Marías’la ilk kez tanışacaklar için mükemmel bir başlangıç. Artık kırklı yaşlarında olan emekli MI6 ajanı Tomás, Madrid’de dönmüş, istihbarattan ayrılmış, Berta’dan boşanmış ama iki çocuğuna yakın bir yerde yaşamaktadır. Yıllarca süren gizli hayatın ardından ilişkilerini yeniden kurmaya çalışırken tanırız onu.
Daha ilk cümlesiyle okurunu Tomás’ın zihnine buyur eden kitap serbest çağrışımlarla Marie-Antoinette, Anne Boleyn ve Jeanne d’Arc’ın idamları, ardından Hitler’in öldürülmesine dair ihtimalleri konu alan iki hikayeyle açılıyor. Tüm bu tarihsel göndermeler, eski patronu Bertram Tupra’nın Tomás’ı son bir görev için sahaya çağırmasıyla gelişecek olaylara dair ipuçları.
Görev: Barselona ve Zaragoza’daki saldırıların ardından izini kaybettirmiş bir teröristi bulmak. Fakat ortada üç kadın şüpheli vardır ve belki de hiçbiri aranan kişi değildir. Tomás, hangisinin ETA üyesi olduğunu çözmeli ve onu “sahneden indirmelidir”. Olayların geçtiği hayali Ruan şehrinin sunduğu sisli ve yüklü atmosfer, Tomás’ın zihnindeki tortuların yankısı eder. Buna ek olarak, Tomás ve onun farklı kimlikleri anlatıcı “Ben” ile “O” arasında değiştirirken, kimlik ve gerçeklik arasındaki sınırlar da giderek belirsizleşir.
Marías özel bir yazar, onun kahramanları aksiyon değil, içsel sorgulama aracılığıyla hareket ediyor. Her biri insan ruhunun çevirmene ihtiyaç duyan karmaşıklığını deşifre etmeye çalışan “hayat çevirmenleri”. Marías’ın entelektüel bakışı ve katmanlı anlatımıyla derinlik kazanan kitap boyunca karşımıza çıkan Shakespeare, T.S. Eliot, Marlowe, Baudelaire, Di Lampedusa, Wilfred Owen gibi referanslar, metne derinlik katıyor. Anlatılan yalnızca bir görev ifası değil, aynı zamanda vicdanın, adaletin ve sorumluluğun sorgulandığı ahlaki bir hesaplaşma.
Marías’ın roman boyunca sorduğu insan doğasına, ahlaka, bilgiye ve inanca dair çetin sorular kurgu ile gerçeklik arasındaki sınırları silikleştirirken, sonunda bizi bir kere daha şuna ikna ediyor: Edebiyat sadece olup biteni anlatmaz, aynı zamanda insanın kim olduğunu gösterir. Yazarlık kariyeri boyunca bunun peşinden koşan Marías’tan alıntıyla:
“Edebiyat, bize insanların gerçekten kim olduğunu gösterir, var olmasalar da… Ama şanslıysak her zaman var olacaklardır, bu yüzden edebiyat hiçbir zaman itibarını tamamen yitirmeyecektir.”